Müslüman medeniyetinin geçmişten günümüze dek siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel gelişmeleri ile ilgili olan tarihsel çalışma alanıdır. Çoğu tarihçi, İslam dininin MS 7. yüzyılın başında Arap Yarımadası'ndaki Mekke ve Medine şehirlerinde ortaya çıkıp yayıldığını kabul etmektedir.[3][4] Müslümanlar, İslam'a Âdem, Nuh, Musa, Davud, Süleyman, İsa gibi peygamberlerden beri var olan bir din ve Allah'ın iradesine teslimiyetle gerçekleşen bir dönüş olarak inanırlar.[5][6][7]
Geleneksel rivayetlere göre[4][8] İslam peygamberi Muhammed, MS 610'da Hira Mağarası'nda, yaklaşan hesap günü beklentisiyle birlikte Müslümanların "ilahi vahiy" olarak kabul ettiği şeyleri almaya, tek Tanrı'ya boyun eğmeye çağırmaya ve fakir ve muhtaçlara özen göstermeye başladı.[6][9] Muhammed'in mesajı, ilk başlarda çok az takipçi kazandı ve Mekke ileri gelenlerinden artan muhalefetle karşılandı.[6][10] Bu durum üzerine Muhammed 622'de, nüfuzlu amcası Ebû Ṭalib'in ölümüyle onun korumasını kaybettikten birkaç yıl sonra, o zamanlar "Yesrib" olarak anılan Medine şehrine göç etti.[6]
Muhammed Medine'ye geldiğinde, "Medine Sözleşmesi" adı verilen bir anayasayla oradaki kabileleri tek bir çatı altında topladı ve İslam'ı buradan yaymaya devam etti. Mekkeli pagan kabileleri ile sekiz yıl süren çatışmaların ardından büyük bir Müslüman ordusu kurarak bu ordunun başında 630'da direnişsiz bir şekilde Mekke'yi ele geçirdi.[11][12] Muhammed'in 632'deki ölümü, Müslüman cemaatinin siyasi lideri makamına kendisinden sonra kimin geçeceği konusunda anlaşmazlık çıkmasına neden oldu ve 632–661 yılları arasını kapsayacak olan Râşidîn Hâlifeliği dönemi başladı.[13][14][15][16] 29 sene süren bu dönemde İslam Devleti'nin toprakları Kuzey Afrika'ya, Orta Doğu'nun tamamına, Anadolu'nun birazına ve Batı Asya topraklarına dayandı. 661 yılında I. Muâviye tarafından Şam merkez olmak üzere Emevî Hanedanlığı kuruldu.
Emevî Hâlifeliği, MS 8. yüzyılda batıda İber Yarımadası'ndan doğuda İndus Nehri'ne kadar uzanıyordu. Emevîler ve onlardan sonra gelen Abbâsîler, Fâtımîler, Selçuklular, Eyyûbîler ve Memlûkler gibi devletler, belirli bir zaman diliminde dünyanın en etkili güçleri arasında yer aldılar. Sâmânîler, Kâkûyîler, Gazneliler ve Gurlular gibi büyük oranda Persleşmiş Müslüman devletler, teknolojik ve idari gelişmelere önemli ölçüde katkıda bulundular. 8. yüzyılın ortalarından 15. yüzyılın sonlarına kadar devam eden İslam'ın Altın Çağı,[17] birçok kültür ve bilim merkezinin gelişmesine yol açarak Orta Çağ boyunca önemli Müslüman bilginler, astronomlar, matematikçiler, doktorlar ve filozoflar yetiştirdi.
13. yüzyılın başlarında Delhi Sultanlığı kuzey Hint anakarasını fethederken, Anadolu Selçuklu Sultanlığı ve Artuklular gibi Türk hanedanlıkları 11. ve 12. yüzyıl boyunca Hristiyan Bizans İmparatorluğu'ndan Anadolu'nun çoğunu aldı. 13. ve 14. yüzyıllarda doğudan gelen yıkıcı Moğol akınları, Timurlu fetihleri ve akabindeki Kara Ölüm'ün yaşattığı nüfus kaybı, İslam dünyasının İran'dan Mısır'a kadar uzanan geleneksel merkezlerini büyük ölçüde zayıflattı. Ancak ardından Timur Rönesansı ve Batı Afrika'daki Mali İmparatorluğu ve Güney Asya'daki Bengal Sultanlığı gibi büyük küresel ekonomik ve askeri Müslüman güçlerin ortaya çıkışı görüldü.[18][19][20] Müslüman Moroların Sicilya Emirliği'nden ve diğer İtalyan topraklarından sürülmesi ve köleleştirilmesinin ardından İslamî İberya'daki topraklar,[21] Reconquista hareketi sırasında Hristiyan güçler tarafından kademeli olarak ele geçirildi ve buradaki son İslam devleti olan Gırnata Emirliği 1492 yılında yıkıldı. Bununla birlikte, erken modern dönemde, "İslamî Barut İmparatorlukları" olarak da bilinen Osmanlılar, Babürlüler ve Safevîler gibi dünya güçleri ortaya çıktı.
19. ve 20. yüzyılın başlarında Müslüman dünyasının çoğu, Avrupalı emperyal büyük güçlerin etkisi veya kontrolü altına girdi. Son iki yüzyıl boyunca bağımsızlık kazanma ve modern ulus devletler inşa etme çabaları; Filistin, Keşmir, Sincan, Çeçenistan, Orta Afrika Cumhuriyeti, Bosna ve Myanmar gibi çatışma bölgelerinde ayrılıkları körüklemenin yanı sıra, günümüze yansıyan sorunlar olarak devam etmektedir. Üyelerinin çoğunluğu Müslüman ülkelerden oluşan İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT), 1969 yılında Kudüs'teki Mescid-i Aksa'nın yakılmasının ardından kuruldu. Petrol patlaması, Körfez İşbirliği Konseyi'nin Arap Devletlerini istikrara kavuşturdu ve onları kapitalizm, serbest ticaret ve turizme odaklanan dünyanın en büyük petrol üreticileri ve ihracatçıları hâline getirdi.[22][23]
Geleneksel rivayetlere göre[4][8] İslam peygamberi Muhammed, MS 610'da Hira Mağarası'nda, yaklaşan hesap günü beklentisiyle birlikte Müslümanların "ilahi vahiy" olarak kabul ettiği şeyleri almaya, tek Tanrı'ya boyun eğmeye çağırmaya ve fakir ve muhtaçlara özen göstermeye başladı.[6][9] Muhammed'in mesajı, ilk başlarda çok az takipçi kazandı ve Mekke ileri gelenlerinden artan muhalefetle karşılandı.[6][10] Bu durum üzerine Muhammed 622'de, nüfuzlu amcası Ebû Ṭalib'in ölümüyle onun korumasını kaybettikten birkaç yıl sonra, o zamanlar "Yesrib" olarak anılan Medine şehrine göç etti.[6]
Muhammed Medine'ye geldiğinde, "Medine Sözleşmesi" adı verilen bir anayasayla oradaki kabileleri tek bir çatı altında topladı ve İslam'ı buradan yaymaya devam etti. Mekkeli pagan kabileleri ile sekiz yıl süren çatışmaların ardından büyük bir Müslüman ordusu kurarak bu ordunun başında 630'da direnişsiz bir şekilde Mekke'yi ele geçirdi.[11][12] Muhammed'in 632'deki ölümü, Müslüman cemaatinin siyasi lideri makamına kendisinden sonra kimin geçeceği konusunda anlaşmazlık çıkmasına neden oldu ve 632–661 yılları arasını kapsayacak olan Râşidîn Hâlifeliği dönemi başladı.[13][14][15][16] 29 sene süren bu dönemde İslam Devleti'nin toprakları Kuzey Afrika'ya, Orta Doğu'nun tamamına, Anadolu'nun birazına ve Batı Asya topraklarına dayandı. 661 yılında I. Muâviye tarafından Şam merkez olmak üzere Emevî Hanedanlığı kuruldu.
Emevî Hâlifeliği, MS 8. yüzyılda batıda İber Yarımadası'ndan doğuda İndus Nehri'ne kadar uzanıyordu. Emevîler ve onlardan sonra gelen Abbâsîler, Fâtımîler, Selçuklular, Eyyûbîler ve Memlûkler gibi devletler, belirli bir zaman diliminde dünyanın en etkili güçleri arasında yer aldılar. Sâmânîler, Kâkûyîler, Gazneliler ve Gurlular gibi büyük oranda Persleşmiş Müslüman devletler, teknolojik ve idari gelişmelere önemli ölçüde katkıda bulundular. 8. yüzyılın ortalarından 15. yüzyılın sonlarına kadar devam eden İslam'ın Altın Çağı,[17] birçok kültür ve bilim merkezinin gelişmesine yol açarak Orta Çağ boyunca önemli Müslüman bilginler, astronomlar, matematikçiler, doktorlar ve filozoflar yetiştirdi.
13. yüzyılın başlarında Delhi Sultanlığı kuzey Hint anakarasını fethederken, Anadolu Selçuklu Sultanlığı ve Artuklular gibi Türk hanedanlıkları 11. ve 12. yüzyıl boyunca Hristiyan Bizans İmparatorluğu'ndan Anadolu'nun çoğunu aldı. 13. ve 14. yüzyıllarda doğudan gelen yıkıcı Moğol akınları, Timurlu fetihleri ve akabindeki Kara Ölüm'ün yaşattığı nüfus kaybı, İslam dünyasının İran'dan Mısır'a kadar uzanan geleneksel merkezlerini büyük ölçüde zayıflattı. Ancak ardından Timur Rönesansı ve Batı Afrika'daki Mali İmparatorluğu ve Güney Asya'daki Bengal Sultanlığı gibi büyük küresel ekonomik ve askeri Müslüman güçlerin ortaya çıkışı görüldü.[18][19][20] Müslüman Moroların Sicilya Emirliği'nden ve diğer İtalyan topraklarından sürülmesi ve köleleştirilmesinin ardından İslamî İberya'daki topraklar,[21] Reconquista hareketi sırasında Hristiyan güçler tarafından kademeli olarak ele geçirildi ve buradaki son İslam devleti olan Gırnata Emirliği 1492 yılında yıkıldı. Bununla birlikte, erken modern dönemde, "İslamî Barut İmparatorlukları" olarak da bilinen Osmanlılar, Babürlüler ve Safevîler gibi dünya güçleri ortaya çıktı.
19. ve 20. yüzyılın başlarında Müslüman dünyasının çoğu, Avrupalı emperyal büyük güçlerin etkisi veya kontrolü altına girdi. Son iki yüzyıl boyunca bağımsızlık kazanma ve modern ulus devletler inşa etme çabaları; Filistin, Keşmir, Sincan, Çeçenistan, Orta Afrika Cumhuriyeti, Bosna ve Myanmar gibi çatışma bölgelerinde ayrılıkları körüklemenin yanı sıra, günümüze yansıyan sorunlar olarak devam etmektedir. Üyelerinin çoğunluğu Müslüman ülkelerden oluşan İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT), 1969 yılında Kudüs'teki Mescid-i Aksa'nın yakılmasının ardından kuruldu. Petrol patlaması, Körfez İşbirliği Konseyi'nin Arap Devletlerini istikrara kavuşturdu ve onları kapitalizm, serbest ticaret ve turizme odaklanan dünyanın en büyük petrol üreticileri ve ihracatçıları hâline getirdi.[22][23]